Herbetiz bultan ya kodek!

Cuma, Ekim 14

Dear Hendrix

Sevgili Jimi Hendrix

Bu mektubu odamda saat 05.53'te yazıyorum. Senin dilinde "Almost six am" Ben hayatta bir takım okullarda okudum, birtakım insanlarla tanıştım, birtakım kitaplar okudum. Elime gitar aldım ama inan hiç mi hiç beceremiyorum o işleri. Akustik gitar, elektro gitar, bass gitar, sitar, bendir, marakas, fülüt ne varsa denedim. Kimileri yapar kimileri özenir... Sen bir taraftasın ben öbür...
Biliyor musun Jimi kanka, birgün seni anlayabileceğim umuduyla yaşıyorum. Bunca düşünüyorum, Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni okuyor, sokaklarda Issız Adam gibi yalnız yalnız yürüyorsam tek amacı var. Seni anlayabilmek. Böyle gitarında parmakların bıcıdı bıcıdı geziniyor ya çıldırıyorum. Ne içiyorsun la sen? diyesim geliyor ama biliyorum ne içtiğini. Ayrıca çok yazık ki biliyorum keramet içtiğinde değil. Ben de denedim öyle şeyler içmeyi. Sanıyordum ki içince Kurt Cobain'in yazdığı sözler otomatik olarak kafamda belirecek, geriye sadece onları deftere dökmek kalacak. Sonra gördüm keramet içtiğimizde değil.
Ama biliyorum birgün böyle pıt diye anlayacağım seni. "Anaaam diycem Hendrix dediğimiz şey buymuş işte." Bazen çok yaklaştığımı hissediyorum ama kaçıveriyor. Yok anlayamıyorum seni.

Seni ilk dinlediğim günü hatırlıyorum. Bizim mahallede Beylikdüzü'nde bir Ümit Abi vardı. Kesmeşeker albümü çekmişti bana onu almaya gitmiştim. Hendrix'e ne zaman terfi edeceğimi sormuştu. Küçüklüğün şımarıklığıyla "Neaah" demiştim. O da bir kasedini takmıştı küçükçe odasındaki büyükçe teybine. "Hangi enstürmanı kullanıyor bu adam?" diye sormuştum. O günlerde Ümit Abi'nin gözetiminde klasik gitar çalışmalarıma başlamıştım ve gitardan çıkartılabilecek sesi tanıyordum. Bu onlardan değildi. "Gitaar" demişti, şok olmuştum. Şarkı Voodoo Child'dı. Girişindeki vuvvuku vukuvuku sesleri için sormuştum. Tamam o sesleri çıkartmak zor değilmiş öğrendik. O kadar da cahil değiliz. Sol avucunla (sen sağ avucunla) telleri hafifçe kapatıp penayı tutan elinle de ritmik ritmik sallıyorsun. Ama o an şok olmuştum. Lakin erkekliğime bok sürdürmeyip Hendrix albümü almamıştım Ümit Abi'den. Bir Kesmeşeker, bir de Türkçe Rock karışık albümü vermişti bana. Kesmeşeker'in Dipten ve Derinden albümü. Karışıkta Whiskey, Mavi Sakal, Kesmeşeker, Yavuz Çetin falan vardı...
Bugün Voodooo Child'ı her dinlediğimde o gün aklıma gelir. Saçma sapan remixlerini dinlediğimde bile tatmin olurum. Ki favori şarkım bile sayılmaz.
Şimdi seninle ilgili ikinci anımı hatırladım. Evimizde Digiturk var. Digiturk'un her ay yolladığı dergiyi karıştırırken soyadını gördüm. Hendrix diye bir film varmış hayatını anlatan. İlk gösterimi bir geceyarısı. Oturdum izlemeye başldım. Zaten Allah o Digiturk'ten razı olsun. Janis Joplin'i de sayesinde öğrendim ama onu bilahare anlatmak lazım. Konu dağılmasın.
Anan sizi terkediyor, hediye ettiği gitarla vakit geçiriyorsun, babanla vakit geçiriyorsunuz, gitar çalıyorsunuz. Sevgilini arkanda bırakıp ünlü olmaya gidiyorsun. Az puşt değilsin, orada karının kızın bini bir para. Evde harem kurmuşsun, cıbıl cıbıl kızlar geziniyor. Daha ünlü bile değilsin, ama seni dinleyen adam deliriyor.
Hey Joe söylüyorsun barlarda, Nereye böyle? diyorsun. Hatunu vurmaya gidiyorum diyor. Sen hergün ondan fazla hatunla takılıyorsun. Sonra ben uyuya kalmışım filmin devamını görmek kısmet olmadı. En net olarak sarışın bi hatunla barın tuvaletinde ot içtiğin sahne kalmış aklımda.

Uzun zamandır güne seninle başlıyorum. Wind Cries Mary sabahlar için favorim. Arada Little Wing ya da Castles Made Of Sand'le başladığım da oluyor ama genellikle Wind Cries Mary. Kimileri kahveyle başlar, kimileri simitle başlar, kimileri duşla, kimileri Slayer dinleyerek başlar, ben de Wind Cries Mary'le başlıyorum. İlk derse yetişme kaygısıyla her sabah olmuyor ama elimden geldiğince işte. Sabah iyi hissetmek isteyecek kadar vaktim varsa, Wind Cries Mary çalar odamda. Özellikle akşamdan kalma sabahlar, vazgeçilmezimsin bilesin...

Lafı uzattıkça uzatırım ben. Kimi becerir, kimi konuşur. Ne kadar uğraşsam da Voodoo Child'ı dinlerken yaşadığım hisleri anlatamam. Bu yüzden susayım. Ben bunları yazarken saat olmuş 06.23, senin dilinde half past six in the morning. Kulağımda kulaklıklar var, bir sağa bir sola fırlayıp duruyor ses. Yakalamaya çalıştığım fare gibi. Dikkatimi ses verdikçe başım dönüyor, midem bulanıyor, şekerim yükseliyor. Şimdi Machine Gun çalmaya başlıyorsun, birazdan çıkıçıkıçı diye döktüreceksin.

Gözlerinden öper, güzel günler dilerim.

Hiç yorum yok: