Herbetiz bultan ya kodek!

Pazartesi, Mart 26

Ola ki Peru'ya Gitsem

Ola ki on günlüğüne Peru'ya gitsem şöyle gezerdim:

Birinci gün:

Uçaktan indiğim Lima’da http://www.tripadvisor.com sitesinden önceden ayarladığım otele yerleşip çantamı atıyorum. Yorgunluğumu atmak için 1-2 saat kestiriyorum. Upuzun uçuş ve jetlag beni perişan etse de içim kıpır kıpır. Uyumak mümkün değil tabii, biraz yatıp dinlendikten sonra çabucak kendimi Lima sokaklarına atıyorum. Seyahat hazırlıklıkları ve upuzun uçuşum boyu okuyor olacağım Mario Vargas Llosa’nın büyüdüğü kenti soruşturacağım biraz. İnternette ne kadar baktıysam bulamadım ama bir bilen çıkar elbet. Hani biri çıksa sorsa Orhan Pamuk nerelerde büyümüş, Teşvikiye Cihangir falan tarif ederiz elbet. Bu arada bir sahaf bulup ikinci el bir Lonely Planet Peru kitabı almak gerekiyor.

Bir parantez açıp Güney Amerika yazarlarının dünyanın en havalı yazarları olduğunu gösteren bir hikaye anlatayım. Sene 1976, Vargas Llosa 40 yaşında, Gabriel Garcia Marquez 46 yaşında (İkisi de hâlâ hayattalar yuh!) Neyse efendim Marques, Llosa’nın karısıyla yakın arkadaş. Ne olduğunu bilmiyoruz, Marquez bir konuda ayıp ediyor ve bunların ikisi kavga ediyorlar. Llosa tutuyor Marquez’in gözüne yumruğu çakıyor. Adamlar yüz yaşına yaklaştılar ama o günden beri küsüş o küsüş. 35 senedir konuşmuyorlar. Sağ tarafta gözü morartılmış bir Marquez görüyoruz.

Lima’ya geri dönecek olursak, elimde İnka Cola'yla sokakları arşınlıyorum. Meşhur yerel pazarlara falan uğramak yok çünkü ilk günden eşek gibi alışveriş yapıp yüklenmek istemeyiz. Barrio Chino (Çin Mahallesi) şöyle bir gezilir, yemek yenir, San Isidro’ya gidilir ve sinekkuşları izlenir… Güneşin batışına yakın bir şişe Pisco Sour (Üzümden yapılma yerel Peru içkisi) alınır ve La Punta’ya çıkıp güneşin batışı izlenir. Gezimiz Perşembe ya da Pazar gününe çarparsa meşhur Parque Kennedy’de bir tiyatro oyunu izlenir. Dillerini anlamasam da biraz pratik yapmış olurum. Benim dile yeteneğim var zaten. On günün sonunda derdimi anlatacak kıvama gelirim bence. Oyunu izledikten ya da izlemedikten sonra Barranco’ya gidilir. Bayağı yorgun olmalıyım ama Peru’da gece hayatını görebileceğim tek gece bu gece olacak gibi. O yüzden Barranco denen bohem sokağına gidip tavsiye edilen bir canlı müzik mekanına giderim. Şansım yaver giderse güzel bir yerel grup dinlerim. Peru’lu caz grubu araştırdım biraz Gabriel Algeria’s Afro var fena sayılmaz. Cajon kullanmalarından başka bir yerellik göremedim ama iyi yani. Bir de internet sitesi buldum hangi caz grubu hangi kulüpte ne zaman çalacak söylüyor. İspanyolca ama hallederiz. http://www.jazzzoneperu.com Öğrenmek üzereyim İspanyolca’yı az kaldı. Neyse ben Barranco’daki havalı mekanda bir iki kadeh Pisco Sour ya da varsa başka bir şeyler otele kaçarım. Muhtemelen yatağa nasıl girdiğimi bile bilemeyeceğim. Kendime yarın öğlene kadar uyku hakkı tanıyorum.

İkinci gün:

Sabah ya da öğlen uyandıktan sonra ilk işim Cuzco’ya giden bir otobüs aramak olacak. İnternetten aramalarım Cuzco’ya giden bir otobüs olmadığı yolunda ama bu bana mümkün gelmiyor. Otobüsü bulamazsam uçakla Cuzco’ya geçeceğim. Lima Cuzco arası uçuşlar 100 - 150 USD kadar. Otobüs ya da uçak neyle gideceksem gideyim akşamı Lima'da etmeyi düşünüyorum. Ya geceleyin otobüse biner, ertesi sabah Cuzco’da olurum ya da akşam vakti uçağa biner bir saat sonra Cuzco’da olur orada otel bakarım. Lonely Planet'ı almışım otel derdi yok. Peki otobüsüm ya da uçağım kalkana kadar ne yapacağım? Muhtemelen şöyle bir gün geçireceğim:

Önce El Malecon’a gider şöyle bir gezinirim. Burası aşıklar parkı oluyor. Aşıklar rahatsız edilmeden eller cepte öyle yürürüm, aşağıdaki denize taş falan atarım. Burada öpüşen çift heykeli var. Tarzı İnkalıların heykel tarzını andırıyor. Beğenirsem (Tabii ki beğeneceğim) Larco

Müzesi’nde çok daha fazlası var. Gider onları gezerim. Oldukça edepsiz heykeller var. Bizim Bereket Tanrısı falan sıfır kalır yanında. Sekse indirgemeyeyim koca müzeyi. Devletin değil özel bir müze. Müthiş bir birikim. Müzeden çıktım karnım aç. Civarda güzel bir lokanta bulup Ceviche denen içecekleri eşliğinde yerim. Bu arada Peru mutfağı buralarda bilinmiyor ama bayağı meşhurmuş. Hem deniz ürünleri hem kırmızı etiyle. Yalnız deve benim hayatta en sevdiğim hayvandır. Hasbelkader bilmeden deve eti yersem kendimi affetmem. Bunlarda da lama bol dikkatli olmam lazım.

Lima aynı zamanda bisiklete elverişli bir şehirmiş. Kiralayacak bir yer bulursam bir bisiklet turuna çıkarım. Bulamazsam da şehrin klasik turistik yerlerini gezerim. Devlet binası, turistik fıskiye turu vs. Sıkıcı gelirse dün gece gittiğim Barranco’ya gider bir şeyler yer, sokak sanatçılarını falan izler akşamı ederim. Tabii uçağım ya da otobüsüm düşündüğümden daha erken saatte varsa bisiklet turu yalan olabilir. Lima’dan Cuzco’ya tren olmamasını da Peru’nun ayrı bir ayıbı olarak görüyorum. Buradan Peru Ulaşım Bakanlığı'na sesleniyorum lütfen bu ayıba bir son verelim. Gezi forumlarını gezdim de rezil olmuşsunuz bütün dünyaya yemin ederim.

Üçüncü gün:

Cuzco’da sabah oldu. Ne aracılığıyla vardığımı bilmiyoruz ama Cuzco’dayım ve üçüncü günün sabahındayız.

3400 metre yüksekte olmak herkes gibi beni de etkilemiştir muhtemelen. Perulu kardeşlerin yaptığı gibi bol koka çayı içip, koka yaprağı çiğneyerek kendime gelmeye çalışıyorum. Cuzco’da kalmayı düşünmüyorum. Cuzco güzel ama Machu Picchu için bayağı heyecanlıyım. Çantamı bir emanetçiye bırakmışım, önce İnka Müzesi’ne uğruyorum oradan Güneş Tapınağı’na geçiyorum. Biraz dar sokaklar gezip İnka mimarîsini izliyorum çok anlarmış gibi. Anlamam tabii ama internetten bakındığım evler gerçekten güzeldi. Pançolu teyzelerin ve lamaların arasında geçip yürüyorum. Beni ısırmayacak bir lamanın başını okşuyorum. Emanetçiye gidip çantamı teslim alıp Chinchero dolmuşuna atlıyorum. Chinchero’da lama yününden pançolar meşhurmuş. Yüksekler soğuktur muhtemelen kendime güzel bir panço alıyorum. Rengârenk, kalınca ve püsküllü püsküllü. Aslında lama yününden her şeyi meşhurmuş buranın, beğendiğim başka şeyler varsa onları da alıyorum. Yağmur da yağabilir bir de yağmurluk almak lazım. Bulunsun yani belli olmaz yüksekteyiz. Alışverişin ardından hoop bir minibüsle Urumumba’ya geçiyorum. Buradan ikinci bir dolmuş gerekiyor Ollantaytambo dolmuşu. Ollantaytambo bayağı güzel bir yermiş. Gezerek 3-4 saat rahat harcanırmış. Eski evleri gezdik, İnka mimarîsine baktık. Harcadık diyelim. Akşam olmak üzere zaten. Hoop taksiyle Santa Maria. Bu gece Santa Maria’da uyunur.

Dördüncü gün:

Sabah kalktım, sıkı bir kahvaltı ettim ve taksiyle Hydro Electrico’ya gittim. Buradan sonrası bayağı güzel. Tutup tren yolundan yaklaşık 3 saatlik bir yol yürüyeceğim. Ezikler tren camları arkasından ağaç izlesin, nehir izlesin ben yürüyerek trallalla diye Aquas Calientes’e gidiyorum. Tren yolundan yürümek dünyanın en hobo hareketi olsa gerek. Çizgi filmlerde birisi bir diyarı terk ediyorsa kesinlikle sopaya takılmış bohçası ile tren yolundan yürüyerek terk ederdi. Belki bu yüzden heyecanlandım. Belki de bütün manzarayı canlı canlı izleyerek hayatımın en keyifli trekking aktivitesi olacağı için. Ha diyeceksiniz dört günlük İnka Trekking turlarına neden katılmadın hacı? Topu topu on günüm varken dördünü ona harcamak istemedim de ondan.

Güzel manzaradan resmen gözlerim kanayacak. Aguas Calientes’e vardığımda bulduğum otele çantamı atıyorum ve tırım tırım Aguas Calientes’i geziyorum. Ağaçların altında otelime yerleşip oksijen delisi oluyorum. İnka Colamı içip bir şeyler yiyorum hoop uyku.

Aslında bir şey söyleyeyim mi? Ben Cuzco’dan iki günlüğüne bir motor kiralayıp bu yolu motorla geçmek istiyorum ama emin olamıyorum. Yukarıda anlattığım plan benim B planım. Şimdi motor kiralayacağım, rüzgâr kulaklarımı okşayacak, dünyanın en havalı insanı olacağım diye anlatabilirim ama yapacağım diyip yapmamak olmaz tabii. Eğer bu yolu motorla yapamazsam yukarıda anlattıklarımı yapmayı planlıyorum. Motor kiralayabileceğim yerler de varmış araştırdım. Yolun %40’ı asfalt, %60’ı toz toprakmış. Tıpkı bir havalı gibi off road motorumu kiralayıp oradaki kasabaları geze geze kendimi Aguas Calientes’e vurabilirim de kim bilir? Bu arada fotoğrafın kaynağı http://yarbanabiryolculuk.blogspot.com

Beşinci gün:

Efendim seyahatin belkemiği olan günlerden birisindeyiz. Coca çayımızı içiyoruz, heyecan dorukta. Sabahın 05.30’unda kalkıp ilk servisle kendimi Machu Picchu’ya atıyorum. Gerçi servis yerine yürümeyi de tercih edebilirim. Çantamı aşağıda bıraktım nasıl olsa. Minibüs 20 dakika, merdivenleri tırmanarak çıkmaksa 2 saat alıyormuş. Tepede ne yaptığımı anlatmam gereksiz olacaktır. Oturup manzaraya bakıp ağlayabilirim, ellerimi havaya kaldırıp, bütün Machu Picchu fotoğraflarında gözüken sivriliğin önünde poz verebilirim. Hatta parmağımla tepesine dokunuyormuş gibi yapılan fotoğraflardan çektirebilirim. Yetmezse Güneş'i avucumun içine almış gibi poz da verebilirim. Pançom ve esmer tenimle yerel insan taklidi yapıp turistlerle fotoğraf çektirebilirim. Oraya çıktım ya bana her yer Machu Picchu artık. Yükseklik beni bayıltmadıysa her şeyi yapabilirim. Akşamı eder, aşağı iner, çantamı kapar Cuzco’ya dönerim. Eğer motorsikletimle gelmişsem motoruma atlar dönerim. Yok hayır ilk anlattığım yolla geldiysem bu sefer trenle dönmek istiyorum. Manzarayı biraz da trenden izleyeyim bari. Cuzco’ya vardım, kendimi bir hostele attım ve uyudum.

Altıncı gün:

Pisaq pazarı pek meşhurmuş. Bugün civar mahalleleri gezmek istiyorum. Ossaq, Sacsayhuaman, Pucapuara, Tamambamachay, Pengo derken bütün bu zor isimli mahalleleri dolaşacağım. Pançolu annenin sırtındaki sümüklü çocuk, pazarda palayla hindistan cevizi doğrayan teyze, lama falan ne bulursam fotoğraflayacağım. Bizim tarihî yarımada gezisi gibi bir şey yapacağım. Bu arada bir lama üzerime tükürecek. Oradan gezerken oraya insan yoruluyor tabii biraz dinlence günü bu gün. Bir elim cebimde öbür elimde İnka Cola gezdikçe gezeceğim. Pançolu teyzeye doyacağım. Çok geçe kalmadan akşamüstü belki biraz daha erken otobüse binmeliyim. 11 saatlik bir yolculukla kendimi Nazca Çizgileri’ne vuracağım.

Yedinci gün:

11 saatlik yolculuk fena çarpmış olmalı. Bir hostel bulup yatıyorum. Sonra hemen kalkıyorum. Koşa koşa Nazca Çölü’ne gidiyorum. Uçağa binip tepeden Nazca Çizgileri’ni izliyorum. Maymunuydu, örümceğiydi, eliydi tepeden tadını çıkartıp aşağı iniyorum. Çok fotoğraf çekmiyorum. Çeksem nolcak google'a Nazca Lines yazınca binlerce çıkıyor. Ben tadını çıkartıyorum hacı. Biraz çölü geziyorum. Buralarda kum sörfü yapılıyormuş. Nazca yakınlarında yok sanırım. İnternette bulamadım. Ama soruşturup bulabileceğimi umuyorum. Bulursam çölde kum sörfü yapmadan gelmem. Tahtanın üzerine yatıyorsun, kumun üzerinde pıyyyy. Gece burada yatmanın gereği yok. Son bir yorucu yolculuk ardından bol bol yatacağım zaten. Kendimi ilk otobüse atıyor ve Paracas’a gidiyorum. Nazca Paracas arasında zengin otobüsleri sefer yapıyor. Onlardan birine biniyorum, klimamla, televizyonumla yolculuk yapıyorum.

Sekizinci gün:

Paracas’tayım. İki gün boyunca yapmayı planladığım şey bir hiç. Yatacağım, pelikanları izleyeceğim, penguenleri izleyeceğim, biraz daha yatıp Pasifik Okyanusu’nda yüzeceğim. Yüzmekten yorulup sahilde biraz daha yatacağım. Nisan-Mayıs aylarında hava ortalama 25 C oluyormuş. Yüzülür yani bence. Biraz üşürüm ama yapacak bir şey yok. Pasifik Okyanusu’na gitmişim yüzmeden dönemem.

Dokuzuncu gün:

Sekizinci günün birebir aynısı. Belki Brezilya'daki gibi sahilde top koşturan veletler olur. Toplarına karışırım, maymun ederler beni. İnka Cola'sına penaltı atışırız, penguenlere, pelikanlara balık atarım... Paşa gönlüm ne isterse onu yapacağım bir gün.

Onuncu gün:

Lima’ya dönerim. Lima’da gezemediğim için içimde kalan yerlere uğrarım. Gece uçağım var memlekete dönüyorum.

Not: Bu yazı Gazell Travel Designer'ın 3 Kıta 1 Blogger yarışması için hazırlamıştır.

Hiç yorum yok: